10 Ocak 2013 Perşembe

Flight (2012) (6*)



Orjinal İsim           :  Flight
Türkiye İsim         :   Uçuş
Yönetmen              :  Robert Zemeckis
Yapım                     :  2012
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  138 dk
Vizyon Tarihi          :  07 Aralık 2012
Bütçe                      :  31.000.000$
Imdb Puanı             : 7.4 (24,349 oy)

Alkol ve uyuşturucu sorunu olan Whip ( Denzel Washington), düşmekte olan bir uçağı inanılmaz bir şekilde en az hasarla yere indirmeyi başarır. Bu inişle birlikte mürettebatla ve bir çok yolcunun da hayatını kurtarır.Ancak bu kazada ölenlerde vardır.Ve kaza sonrası yapılan araştırmalar ve raporlarda pilotun uçağı alkollü uçurduğu ortaya çıkar. Tam bu noktadan sonra vereceği kararlar çok önemlidir, bir yandan alkol sorunu bir yandan da açılan mahkemeyle uğraşacaktır.
Film hakkında aslında anlatılacak, yazılacak çok fazla bir şey yok. Denzel Washington'un oyunculuğu sayesinde zaten uzun olan bu filmi azda olsa sıkılarak izleyebiliyoruz. Filmin zaten başından sonunu tahmin edebilirsiniz.Bir yerden sonrada tamamen alkol sorununa dönen hikaye canımızı sıkıyor malesef. Eğer boş vaktiniz varsa çok da sıkmadan izlenebilecek filmlerden biri "Flight".

Killer Joe (2011) (8*)



Orjinal İsim           :  Killer Joe
Yönetmen              :  William Friedkin
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  102 dk
Vizyon Tarihi          :  09 Kasım 2012
Bütçe                      :  10.000.000$
Imdb Puanı             : 6.9 (20,756 oy)



"Hastalıklı filmler" demişken Killer Joe'yu es geçmek olmaz.Evet filmin konusuna ilk baktığımızda çok sığ bir konusu var gibi gelebiliyor hatta bu yüzden filmi izlememeyi de tercih edebiliyoruz.İşte tam da bu noktada fena halde yanılıyoruz. Öncelikle filmin basit(!) konusunda biraz bahsedelim. 
Uyuşturucu satıcı olan Cris, üvey annesinin onun uyuşturucuyu çalmasıyla, uyuşturucuyu aldığı kişilere 6000 $ borçlanır. Hayatını kurtarması için bu 6000 doları uyuşturu mafyasına mutlaka ödemesi gerekmektedir.  Tabiki genç Cris'in öyle bir yatırımı yahutta kenarda kösede böyle bir parası yoktur.Durumu babasına danışır. Babası, Cris'in üvey annesinin 50.000 $ değerinde hayat sigortası olduğunu söyler. Fakat ortada bir sorun vardır.Üvey anne hala hayattadır.Bunun üzerine "Killer Joe" devreye girer.
Evet işte ilk baktığımızda çok basit bir konu.Tum fılmı nerdeyse bır paragrafta anlattık bitti...
Filmin yönetmeni öyle bir iş çıkarmış ki, her sahnesini en ince ayrıntısına kadar izleyip bu ayrıntıları kaçırmamak için adeta nefesimizi tutuyoruz.Gerek atmosfer gerekse diyaloglar açısından şahane bir film. Hatta yer yer Haneke tavırları da sezilmiyor değil filmde.O kadar sinirimizi bozup bizi o kadar geriyor ki okkalı birküfür sallayıp  bır kahve molası verebılıyoruz.
Filmimiz Tracy Letts’in “Killer Joe” adlı oyunundan beyazperdeye uyarlanmış diyerek fragmanı paylaşalım
Herkese şimdiden iyi seyirler.
Hastalıklı filmler serimiz devam edecek:) 

6 Kasım 2012 Salı

The Beaver (2011) (8*)



Orjinal İsim           :  The Beaver
Yönetmen              :  Jodie Foster
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  91 dk
Vizyon Tarihi          :  ---
Bütçe                      :  21.000.000$
Imdb Puanı             : 6.7 (23,130 oy)

Hastalıklı filmler demiştik en son ve bu konuda "Buried"ı yazmıştık bir kaç gün önce. Ve şimdi kaldığımız yerden devam edelim bu seriye.
The Beaver'ın yönetmen koltuğunda "Jodie Foster'ı" görüyoruz.Bundan önce en son ne zaman film yaptığını hatırlayabilmek için Google amcaya danışmadım desem yalan olur.Ve "Google amca" bana önceden "Little Man Tate (1991)" ve "Home for the Holidays (1995)" adlı iki yönetmenlik deneyimi daha olduğunu söylüyor. Açıkçası bu iki filmide seyretmedim. Ama şimdi gelelim The Beaver'a...
Kendi şeytanlarıyla boğuşmakta olan Walter Black (Mel Gibson), bir zamanlar başarılı bir oyuncak üretimcisi ve iyi bir aile babası olan, şimdilerdeyse depresyonla boğuşan bir adamdır... Her yolu denese de eski haline dönemeyen Walter'ın hayatı bir el kuklası kunduzun hayatına girmesiyle değişir.
Rahatsız edici yer yer içinizi burkan ve acıtan bu karanlık filmThe Beaver, bence izlenilmesi gerekenler listenizdeki yerini almalı.
İyi Seyirler...


8 Ekim 2012 Pazartesi

Buried (2010) (8*)



Orjinal İsim           :  Buried
Yönetmen              :  Rodrigo Cortes
Yapım                     :  2010
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  95 dk
Vizyon Tarihi          :  08 Ekım 2010 (Türkiye)
Bütçe                      :  3.000.000$
Imdb Puanı             : 7.1 (70,650 oy)

Gözlerini aç. Irak'ta toprağın 2 metre altında kapalı bir yerdesin. Sadece 90 dakika daha soluk almana yetecek kadar hava var. Dış dünyayla tek temasın, pek iyi çekmeyen ve şarjı da bitmek üzere olan gizemli bir cep telefonu. Her geçen saniye ölüme bir adım daha yaklaşıyorsun...
Son dönemde izlediğim rahatsız edici, hani bir yerleri hastalıklı dediğim filmlerden birisi daha. Aslına bakarsanız o kadar uzun süredir bilgisayarımda izlenmeyi bekliyordu ki film, bir türlü kendimi veremiyordum."Eh yani, koca bir 95 dakika bir tabutta mı geçecek?, Şimdi olmaaaazzz" diyip başka bir film seçiyordum.Bu pazar gözlerimi kapattım ve filme başladım. Birinci dakikasından 95.dakikasına kadar sizi diken üstünde tutan, film ilerledikçe karnınıza yumruklar atan kelimenin tam anlamıyla  "Rahatsız" bir filmle karşı karşıyayız...Kesinlikle izlenmesi gereken film...


          

25 Eylül 2012 Salı

Being Flynn (2012) (7*)




Orjinal İsim           :  Being Flynn
Yönetmen              :  Paul Weitz
Yapım                     :  2012
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  102 dk
Vizyon Tarihi          :  ---
Bütçe                      :  ---
Imdb Puanı             : 6.4 (5,520 oy)


Amerika'nın Boston kentinde 1980'lerde geçen hikayede, Jonathan banka soymaktan hüküm giymiş, hapishaneden çıktıktan sonra girdiği geçici işlerde tutunamadığı için beş parasız kalmış, evsiz bir adamdır. Oğlu Nick ise çocukluk günlerinden babasını hayal meyal hatırlamaktadır. Bir gün babasından hapisten çıktığına dair bir mektup alır ama onunla yeniden görüşmeyi istemez. Ama kaderden kaçınılmaz ve bir gün sosyal hizmetlere bağlı evsizler barınağında görevli olarak çalışan Nick'in karşısına babası kalacak bir yer istemek için çıkar...
Filmde hikayeden çok Robert De Niro'nun oyunculuk performansı inanılmaz. Film için kötü denilmez ama Robert De Niro'yu çıkarsak nasıl bir hal alırdı acaba...Sadece bu performans için bile izlenmesi gereken bir film.
İyi seyirler
İşte Fragmanımız...

Extremely Loud & Incredibly Close (2011) (9*)


Orjinal İsim           :  Extremely Loud & Incredibly Close
Yönetmen              :  Stephen Daldry
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  129 dk
Vizyon Tarihi          :  ---
Bütçe                      :  ---
Imdb Puanı             : 6,7 (19,150 oy)

Son dönemın ızlenmesı gereken filmlerinden biri kesinlikle...Orjinal dilinde izlenmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. Bu işte kötü olduğumuzu düşündüğümden değil ama bazı filmler vardır gerek hava gerek ambiyans açısından orjinal dilinde izlemek daha doğrudur. 
Uzun süre oldu filmi izleyeli ancak yazmaya fırsat olmadı...
Filmin konusunu yazıp içindeki süprizleri bozmak istemiyorum.Çok bir süprizi olmasa da ufak tefek var ve bunları yazmamak daha iyi olacak.
Blogla ilgili yeni aldığım bir kararsa daha kısa yazıp, bundan böyle güzelde bir trailerını koymak filmin. KEsinlikle yazmaya üşendiğimden değil ama izlediğim bir çok filmi yazamadığımdan...
İşte bu da trailerımız...
Herkese iyi seyirler...

25 Temmuz 2012 Çarşamba

The Iron Lady (2011) ( 7*)



Orjinal İsim           : The Iron Lady
Yönetmen              : Phyllida Lloyd
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  105 dk
Vizyon Tarihi          : 13 Ocak 2012
Bütçe                      :  13.000.000 $
Imdb Puanı             : 6,4 (29,600 oy)


Havalar gerçekten çok sıcak, daha ne kadar sıcak olucak merak içindeyim. Sıcaklık gölgede 38-40 dereceyi buluyor. Güneş altında düşünemiyorum....
Filmi dün gece izledik. Henüz seyretmeye başlamadan çok da ağır olmasa bari diye düşünüyordum, hava zaten sıcak umarım birde film iyice sıkmaz. Fakat film başladığında hiçde sıkmadan aldı götürdü bizi. Gerçi işin açıkçası beni çokda  etkilediği söylenemez. Ama iş Meryl Streep'e gelince "Pes Artık!" dedirtecek  bir performansla karşı karşıyayız.O kadar doğal o kadar iyi ve bir o kadar da gerçekçi ki, sizi adeta büyülüyor. Yok yere En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını vermediler tabiki ama bu kadarının sizi de şaşırtacağını düşünüyorum, Şahane...
İş yönetmene gelince gayet klasik bir anlatım ve bu anlatımın yanı sıra ara ara flashbacklerden kendini alamamış bir yönetmenle başbaşayız. Tamam kötü bir film diyemiyorum belki ama bunun kaynağında yönetmenin değil Maryl Streep'in olduğunu düşünüyorum...
Meryl Strepp'i Demir Lady olarak izlediğimiz bu film, tarihin en çetrefilli dönemindeki güç ve iktidar savaşını beyaz perdeye taşıyor.Başrolünde Maryl Streep'in oynadığı ve Demir Lady lakaplı eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcer'ın hayatını anlatıyor.
Okuduğunuzda benimde kararsız olduğumu düşünebilirsiniz film konusunda. Evet galiba haklısınız.Puanlamam baktığımda 7* yıldız vermişim, gerisi sizin takdiriniz 
İyi seyirler...

22 Temmuz 2012 Pazar

Safe House (2012) (6*)



Orjinal İsim           : Safe House
Yönetmen              : Daniel Espinosa
Yapım                     :  2012
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  115 dk
Vizyon Tarihi          : 10 Şubat 2012
Bütçe                      :  85.000.000 $
Imdb Puanı             : 6,9 (59,500 oy)


Uzun bir yaz tatili arasından sonra tekrar beraberiz. Tatildeyiz diye film izlemek keyfinden mahrum kalacak değiliz ya..Devam ettik kaldığımız yerden. Tüm sistemimizi yazlığımıza taşıyıp, gündüz denize gidip akşam yemeğinden sonra güzel bir film patlatıverdik bu süreçte de.
Filmden pek haberim yoktu doğrusu, izlemek için ayırdığım bir ton filmin arasından "Beni izleeee" dedi adeta, ve gayet sakin ve durağan geçen o günün sonrasında gayet keyifle izlendi...
Filmde oynayan isimleri düşünmezsek (yani ünlü isimleri) aslında klasik bir sen kaç ben yakalayayım Amerikan filmi. Tüm dünyada aranan bir kaçak ve onu yakalamak ve hatta  yer yer onu korumak zorunda kalan çaylak bir ajanın hikayesi anlatılıyor filmde.
Eğer vaktimiz varsa yaz ayının bu sıkıcı sıcağından bunaldıysak izlenmesi gayet keyifli bir aksiyon filmi.
İyi seyirler...


18 Mayıs 2012 Cuma

Machine Gun Preacher (2011) (5*)


Orjinal İsim           : Machine Gun Preacher
Yönetmen              :  Marc Forster
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  129 dk
Vizyon Tarihi          :  ---
Bütçe                      :  30.000.000 $
Imdb Puanı             : 6,8 (9,500 oy)

Öyle Bir film düşünelimki film gerçek bir hikayeden uyarlama olsun. Başrolünde Hollywood'un en ünlü aktörlerinden biri olan (Gerard Butler) oynasın. Ve yer yer gerçek hayattan ve yaşanan trajediden gerçek fotoğraflar kullanılmış olsun. Ve bizi 129 dk ekrana bakmak zorunda bıraksın. Sonuç;
Bizi hiç etkilemeyen, " Yahu eksik bir şeyler var" dediğimiz bir film çıksın ortaya.
Evet işte filmle ilgili düşüncem gerçekten bu kadar.
Filmi izleyeli bayağı oldu, yazmak bugüneymiş. Açıkçası ne yazayım diyede çok düşündüm. En iyisi kısa bir özet geçip bu filmi noktalamak.
Film 'de Sam Childers'ın hayatındaki dönüşümü izliyoruz. Başlarda Sam, hapishaneden yeni çıkmıştır. Çocuklarına ve eşine hiç saygı göstermez hatta yer yer onlara şiddet bile uygularken, film ilerledikçe Sam'in geçirdiği dönüşüm sonrası dine yönelişini görürüz. Bu yöneliş sonrasında Sam kendısını Sudan'lı cocukların hayatlarını kurtarmaya adar. Kendi ailesiyle bağları kopar, ve gerçekten işleri ve Sam'in hisleri arapsaçına döner...
Evde çokmu sıkıldık, ya da gerçek hikayelerden hoşlananlar izlesin, diyip bu filmi noktalıyayım.
İyi seyirler...   

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Kabuktaki Catlaklar (2011) (6*) Ve 14. Anadolu Universitesi Uluslarasi Eskisehir Film Festivali



Orjinal İsim           :  Die Unsichtbare
Yönetmen              :  Christian Schwochow
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Almanya,Fransa
Süre                        :  113 dk
Vizyon Tarihi          :  ---
Bütçe                      :  ---
Imdb Puanı             : 7,8 (147 oy)


14. Uluslararasi Anadolu Universitesi Uluslararasi Eskisehir Film Festivali 2 Mayis itibariyle baslamisti. Ve gideibildigim ilk filmde "Kabuktaki Catlaklar" oldu. Oncelikle biraz festivalden bahsedelim.Tiyatrolarimizin bile kapatilmasinin, ozellestirilmesinin -artik ne haltsa- konusuldugu bu gunlerde, boyle festivallere daha cok ihtiyacimiz var acikcasi. Sanatin her dalina daha cok ihtiyacimiz var.  Daha cok tepkiye daha cok haykirmaya daha cok sesimizi cikarmaya ihtiyacimiz var dogrusu.Mesele ulkenin Devlet Tiyatro'sunun yahutta Sehir Tiyatrolarinin kapanmasi degil.Devletin Sanat'a ve sanatciya aldigi bu dusmanca tutumdur. Ve bu kabul edilebilecek bir durum degildir.Artik bu konuda okadar cok yerde okadar cok sey konustum ve yazdim ki bu filmin altinda bu kadar yorum yeter sanirim.Belki baska bir baslik altinda yeniden yazarim ama simdilik bu kadari kafi...
Bu festival hem barindirdigi filmler acisindan hem bilet fiyatlarinin uygunlugu acisindan (3 TL) bence cok onemli bir festival.Kaliteli isleri sinema ortaminda uygu fiyta rahatlikla izliyebiliriz.
Film Tiyatro dunyasindna bir kesit sunuyor bize. Okulunda yeterince basarili olarak gorulmiyen bir ogrencinin,(josefine) dunyaca unlu bir yonetmenin okula gelip, yonetecegi bir oyunda basrolu ona vermesiyle baslar. Bu karar hem okul yonetimini hem sinif arkdaslarini hemde Josefine'i sasirtir.Sonrasinda Josefine oynayacagi karakterin yaratim surecinde bir cok sikinti yasayacaktir.Aile hayatininda cok saglikli olmamasi Fine' i bu yaratim surecinde cikmaza sokacaktir. 
Oyunculuk surecinde uc assagi bes yukari hepimizin yasadigi sikintilar bunlar.Ancak ulkemizde bu yaratim surecinin bu kadar sert ve acimasiz yasandigini dusunmuyorum. Daha dogrusu bu teknigin yada adi her neyse cok dogru oldugunuda dusunmuyorum. Cok sert, insanin psikolojisini alt ust eden en tehlikeliside gercek ve sahnede yarattigimiz karakter arasindaki farkin yok olmasini saglayan bu uslup  cok tehlikeli olabilir. Filmdede zaten bu tehlikeli boyutlari acikca goruyoruz. Bu kadar sert bir gercekligin oldugunu, sahne ustunde bunun yasanmasini  acikcasi bir oyuncu olarak dusunmuyorum.
Filme gelince basladigindan itibaren surekli aklima Black Swain geldi. Konu asagi yukari cok yakin. Oyle oluncada "Neden" diye bir soru geliyor aklima. Neden bir filmi tekrar edesinizki? Yuzde yuz filmin aynisi demek hem cok acimasiz hemde cok sert bir elestiri olabilir. Ancak filmi seyrettigim 113 dk boyunca kendimi surekli Black Swain'de hissettim.Ayrica filmin gereksiz uzun olmasi bir cok noktada kendini tekrarlamasi sinemada canimi sikmayada yetti dogrusu. Izleyicisi az olacaktir.Bu yuzden IMDB yahutta diger puan verilen sitelerdeki puan ortalamasi  yuksek olacaktir.Mutlaka puanlamam gerekecekse 6 bu film icin candir. 
Iyi seyirler

9 Nisan 2012 Pazartesi

The Awakening (2011) (7*)


Orjinal İsim           :  The Awakening
Yönetmen              :  Nick Murphy
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  İngiltere
Süre                        :  107 dk
Vizyon Tarihi          :  ---
Bütçe                      :  ---
Imdb Puanı             : 6,5 (5,860 oy)   

Son donemde ızledıgım fılmlerın IMDB puanına baktığımda, bu sıteye (ımdb'ye) olan ınancım tamamen sarsıldı desem yanlış olmaz.Imdb puanı 6.5.Aslında bır gerılım fılmıne oranla hıc de kotu bır puan sayılmaz. Ancak gerek goruntu yonetmenının gerekse yonetmen ufak tefek dahıyane dokunuşları bence filmin bir tık daha yuksek puan alması beklentısını olusturuyor. Tabıkı klişeye varan bir konu bu puanlamada oyları mutlaka aşağı çeken en önemli etkenlerden biridir diye düşünüyorum.
Fılmın konusu, hayatını hayalet diye bırseyın olmadıgını kanıtlamaya adamış Florence'in hayatından ufak bir kesit anlatıyor. Fılm tabıkı tamamen hayal urunu, yanı gercek bır hıkayeden alıntı değil ancak fılmın bır cok yerınde ınandırıcılık ve gercekcılık -kı bunların buyuk bır kısmını goruntu yonetmenınin başarısına bağlayabiliriz- bizi yer yer "Gerçekmiş" hissine yaklaştırıyor.
Florence hayalet sahtekarlarını yakalamak konusunda ustadır ve bununla ilgili çok okunan bir kıtap da yazmıştır. Bir gun bir şikayet üzerine taşradaki bri yatılı okula gelir. Söylenenlere göre bu yatılı okulda hayaletler kendını ogrencılere ve calısanlara gostermektedır. Florence bu hıkayenınde gercek olmadığını kanıtlamak ıcın bunun pesıne duser.Ancak goreceklerı ve yasıyacakları hayatını altust edecektır.
Gordugumuz uzere az öncede dedıgım gıbı konusu tam bir Amerikan klişesi  olan bu İngiliz yapımı fılm, yonetmenın yer yer dahıyane fıkırlerıyle ızlenılesı bır fılm halını alıyor.
Korku ve gerılım fılmlerı gercekten ınce bır cızgıdır.Kımımız "hadı be bu neymıs, cok komık" derken kımımızde "super olmuş" dıyebılırız. Yınede bu ınce cızgının bır tık ustunde "The Awakenıng" Ve ızlenmedıyse belkı sınemada degıl ama evde guzel bır ortamda, karanlık bır odada ve ıyı bır ses - goruntu sistemiyle bızım tuylerımız urpertmeyı başaracaktır.
 Iyı seyirler

7 Mart 2012 Çarşamba

Fetih 1453 (2012) (5*)


Orjinal İsim           :  Fetih 1453
Yönetmen              :  Faruk Aksoy
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Türkiye
Süre                        :  160 dk
Vizyon Tarihi          :  16 Şubat 2012
Bütçe                      :  17.000.000$
Imdb Puanı             :  8,4  (22.050 oy)


Bu filmi izledikten sonra ha bugün yazdım ha yarın yazacağım derken bu süreç bir haftayı buldu. Son filmimizden bu yana uzunca bir sürenin geçtiğinin farkındayım ancak bazen durumlar böyle oluyor ve yazmaya fırsat kalmıyor.
Neyse gelelim filmimize.
Zaten kötü bir gün geçirmiştim ve kızarkdaşıma hadi kalk sinemaya gidiyoruz dedim.Onunda merak ettiği bir film olan "Fetih" i seçtik ve o soğukta gece 22.00 seansına yer bulabildik.İmdb puanı 8.4 olan bu filme bu puanı hangi his ve duygularla verdiklerini sormak isterim. Açıkcası filmin yapımcılarının 17.000.000$'ı filmin neresine harcadıklarını da  sormak isterim.Yaklaşık 160 dakika süren Fetih, benim hayallerimi yerle yeksan etti desek doğru olur.Neresinden başlamak lazım bilemedim.Ama madem para dedık öyleyse teknik olarak başlıyalım, filmin sözde 17 milyon dolar harcanan bilgisayar sahneleri o kadar kötü ki adamlar bunu 90 'larda bu kadar kötü yapmıyorlardı. Paranın harcanmış olması  gereken "Ses" kalitesiyle ilgili olarakda söylemem gereken şu. Filmin sesi o kadar yüksekki bence mahkemeye versem işitme kaybı yaşadım diye, kazanmamam için hiçbir sebep yok. Filmin savaş sahnelerinde ses o kadar yüksekki film boyunca bir çok sahnede kulaklarımı tıkadığımı biliyorum.
Oyunculuklarla ilgilide söylemem gereken bir kaç şey var. Bu kastı(oyuncu seçimini) nasıl yaptınız? Bu kadar kötü oyuncuları nasıl bir araya topladınız? Yahutta filmi siz değil başka birimi çekti? Sizde en son onaymı verdiniz ? Bu nedir yahu? Hakikaten bu kadar kötü bir kast nasıl yapılır.Yine bu kötü durumun içinde Fatih'i oynayan  Devrim Evin dışında herkes rezalet desek yeridir.
Benim filmle ilgili başka söylemek istediğim bir şey yok.160 dakikalık sefalet diyorum film için. Hala izlemek isteyen varsa iyi seyirler:)

16 Şubat 2012 Perşembe

The Devils Double (2011) (5*)



Orjinal İsim           :  The Devil's Double
Yönetmen              :  Lee Tamahori
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  109 dk
Vizyon Tarihi          :  ---
Bütçe                      :  ---
Imdb Puanı             :  7,1  (15.100 oy)

Film, Saddam Hüseyin'in oğlu Uday Hüseyinle (kendisi Kara Prens olarakda bilinir) kendisine aşırı derecede benzerliğinden dolayı görevlendirdiği Latif Yahya'nın ilişkisini konu ediyor.
İşin aslı bu tarz filmlerden çok hoşlanmıyorum. Artık Amerika'nın bilmem kaç kilometre uzağındaki bir ülkenin Prens'ini "Gerçek hikayedir" diyerek, ve Amerika'yıda Irak'a yaptıklarından dolayı açıkca destekleyerek anlatılan filmlerden sıkıldım. Ne Saddam Hüseyin'e sempatim var ne de Usad Hüseyin babamın oğlu. Ama dünyanın öbür ucundan birileri çıkıpda "Bu gerçek hikayedir bak böyle böyle oldu, Amerika geldi herşey düzeldi." demesi artık can sıkıcı bir hal almaya başladı. Imdb puanı 7.1 şaşırtıcı derecede yüksek. Çokda dikkate almıyorum işin gerçeği burdaki puanlamayı, çünki dünya saçması bir film 7-8 puan almış olabiliyor ve çok başarılı bir film 5-6 puanlarda kalabiliyor.
Neyse filmle ilgili en beğendiğim noktaya gelirsek hatta buna tek beğendiğim noktada diyebiliriz, o da Dominic Cooper'ın oyunculuğudur. Gerçekten hem Uday Hüseyin'i hem de Latif Yahya'yı gerçekten iyi oynamış.Filmde konuşulmaya tek değer nokta budur.
Yinede değinmeden edemicem, işin aslı yönetmen filmi Amerikan sempatizanlığından kurtarabilseymiş çok da başarılı bir film olabilirmiş.
İzlenir mi derseniz, Dominic Cooper için seyredilir.
İyi seyirler... 

10 Şubat 2012 Cuma

Take Shelter (2011) (8*)



Orjinal İsim           :  Take Shelter
Yönetmen              :  Jeff Nichols
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  120 dk
Vizyon Tarihi          : ---
Bütçe                      :  1.000.000$
Imdb Puanı             :  7,8  (7.050 oy)



Jeff Nichols'un yönetmenliğini yaptığı ve psikolojik gerilim olan "Take Shelter", gerçeklik ile gördüğü rüyalar ve hayalleri birbirinden ayırt edemiyen "Curtis" isimli bir aile babasının hikayesini anlatıyor. Hayallerinde ve rüyalarında büyük bir fırtınanın yaklaştığını gören Curtis,evinin bahçesine bir sığınak inşa etmeye başlıcaktır.Bu durum onu bir zaman sonra aklını kaybetme noktasına getirtecektir. Annesine 30'lu yaşlarının başında "Şizofreni" tanısı konup hastaneye yatırılması Curtis içinde genetik olabilecek bir hastalığın işaretleri olarak görülecektir.Curtis'in gördüğü bu kabuslar ve gitgide şizofreniye yaklaşan tavırları, onu ailesini paramparça etme aşamasına adım adım sürüklemektedir.
Bu noktadan sonra film hakkında çokda  bahsetmek istemiyorum. Film bu sene ağzım açık izlediğim filmlerden biri. 120 dakika olması,  filmin çok da hızlı ilerlememesi ve buna  bir de yönetmenin "Melankolik" (Melancholia'ya göndermedir:) tavrını eklediğimizde yer yer içimizi sıkıp, bizi bunaltıp o melankolik havanın içine bizide yaka paça sürüklüyor. 
Bugüne kadar 26 ödül alan filmimiz senenin en güzel filmlerinden. Uzun süren kötü filmlerden sonra "Take Shelter" gerçekten şahane geldi bünyeme. :)  

6 Şubat 2012 Pazartesi

War Horse (2011) (5*)



Orjinal İsim           :  War Horse
Yönetmen              :  Steven Spielberg
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  146 dk
Vizyon Tarihi          :  3 Şubat 2012
Bütçe                      :  66.000.000$
Imdb Puanı             :  7,3  (16.500 oy)


Uzun bir aradan sonra;  2011'in Oscar'a "En İyi Film" dalında aday olan, Steven Spielberg yönetmenliğindeki "War Horse" la kaldığımız yerden devam ediyoruz. Gerek tembellik gerekse bu geçen süreçte yazılası filmler izlemediğimden kısa bir ara vermiştik. Sonrasında bu kadar uzun ara verirmiyiz bilmiyorum ama dönüşümüz fena da bir filmle olmadı hani...
Filmimiz "Birinci Dünya Savaşında "Joey" adlı bir at ve onu evcilleştirip eğiten Albert adındakı gencin hikayesini anlatıyor." dersek tamamen ilk gördüğümüzü yazmış oluruz. Steven Spielberg zekası tam burda kendini gösteriyor. Film "Joey" adlı bir atla tamamen "1.Dünya Savaşını" anlatıyor. Ve biz bu savaşı ne İngilizlerin gözünden ne Almanların ne de Fransızların gözünden izliyoruz. Biz bu savaşı tamamen tarafsız olarak "Joey" yani "Savaş Atı'nın" gözünden izliyoruz.Elbette Spielberg, bu atın her girdiği hayatı nasıl değiştirdiğinide bir yan unsur olarak hikayeye büyük bir ustalıkla monte ediyor.
Filmin müzikleri ve filme yaptığı katkı inanılmaz boyutlarda diyebilirim. Filmin büyük kısmında kullanılan müzikler beceriksiz bir elden çıktığında can sıkıcı bir hal alabilecekken, War Horse'da mükemel harmanlanmış.
Başka birinin elinde klişe bir Hollywood filmi olabilicek olan "War Horse", Spielberg'in ellerinde güzel bir film olmuş. Oscar için yeterli mi bence değil. Bu sene daha iyi filmler vardı aday gösterilebilecek, ancak Spielberg olmakda   kolay değil:)
İyi Seyirler... 

24 Ocak 2012 Salı

84.Oscar Ödülleri...




          Ve adaylar açıklandı. Yazının devamında  listeyi paylaşıcam, evet içinde izlemediğim filmler var ancak izlediğim filmlerde var. Bu listede Midnight in Paris var ancak Warrior yok. Gerçekten anlamak mümkün değil. Eğer Moneyball varsa listede bu film neden yok anlaşılır gibi değil. Bu filmlere kötü demiyorum, hatta blogdada yazdım, gerçekten başarılı filmler ancak Warrior'un bunlardan hiçde geri kalır yanı yok.Konuşmuyorum, susuyorum ve protesto ediyorum... :)

EN İYİ FİLM 

War Horse
The Artist
Moneyball
The Tree Of Life
Midnight in Paris
The Help
Hugo
The Descendants
Extremely Louds and Incredible Close


EN İYİ ERKEK OYUNCU

Demian Bichir "A Better Life" 
George Clooney "The Descendants" 
Jean Dujardin "The Artist" 
Gary Oldman "Tinker Tailor Soldier Spy" 
Brad Pitt "Moneyball"

EN İYİ KADIN OYUNCU

Glenn Close "Albert Nobbs" 
Viola Davis "The Help" 
Rooney Mara "The Girl with the Dragon Tattoo" 
Meryl Streep "The Iron Lady" 
Michelle Williams "My Week with Marilyn

EN İYİ YÖNETMEN

Martin Scorsese - ''Hugo'' 
Wood Allen - ''Midnight in Paris'' 
Michel Hazanavicius – ''The Artist'' 
Terrence Mallick - ''The Tree of Life''
Alexander Payne  ''The Descendants''




22 Ocak 2012 Pazar

Warrior (2011) (9*)



Orjinal İsim           :  Warrior
Yönetmen              :  Gavin O'Conner
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  140 dk
Vizyon Tarihi          :  ---
Bütçe                      :  30.000.000$
Imdb Puanı             :  8,3  (52.100 oy)


Bence 2011'ın en iyi filmlerinden biri "Warrior".  İsmine baktığımızda belki çoğumuz fazla aksiyon filmi diyerek izlememişizdir. Ancak Warrior öyle iyi kurgulanmış ve öyle ustaca çekilmiş ki, 140 dakikalık bu film bir solukta izleniyor.
Film için "Paramparça" kelimesenin bile anlatmaya tam olarak yetmediği bir ailenin, iki kardeşinin farklı hayatlarını ele alan bir aile dramı diyebiliriz. Ancak dediğim gibi öyle iyi kurgulanmış bir film ki "Warrior", bu aile dramını dövüş sahneleriyle harmanlayarak  adrenalin seviyemizi epeyce yükseltiyor yönetmen "Gavin O'Conner".
Tahminimce Moneyball'la birlikte bu senenin Oscar'a en büyük adaylarından biri "Warrior". Aslında bu filmere "50/50" filminide eklersek bence bunlardan Oscar'a en yakın görünen film "Warrior". Bekleyip hep beraber görücez... 

20 Ocak 2012 Cuma

50/50 (2011) (8*)


Orjinal İsim           :  50/50
Yönetmen              : Jonathan Levine
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Amerika
Süre                        :  100 dk
Vizyon Tarihi          :  ---
Bütçe                      :  8.000.000$
Imdb Puanı             :  8,0  (39.800 oy)


          Tamamen düzenli, eğlenceli ve  keyifli bir hayat yaşıyorsunuz.3 öğün yemek yiyip, günlük spor ihtiyacınızı karşılayıp, dişlerinizi düzenli fırçalayıp, stresten olabildiğince kaçıp, hayatınızın tadını çıkarmaya çalışıyorsunuz. Derken sırtınuzda bir ağrı beliriveriyor, çokda önemsemeden doktora gidiyorsunuz ve "Kanser" olduğunuzu öğreniyorsunuz. Doktorunuz karşınızda bir hayvanla konuşur gibi anlamadığınız bir ton cümle kuruyor size ve sonrasında ağzındaki baklayı çıkarıp "%50" yaşama şansınız olduğunu söylüyor. O kadarda kötü olmadığını düşünüyorsunuz.Yoksa o kadarda kötümü dersiniz?
          Filmin başrollerinde Joseph Gordon Levitt, Seth Rogen ve Anna Kendrick'in oynadığı "50/50",  bu yılın izlenmesi gereken en iyi filmlerinden olduğunu düşünüyorum. Gerek kurgusu, gerek gerçekçi yaklaşımı, gerekse oyuncu performansları olarak şahane bir iş çıkarmış filmin yönetmeni Jonathan Levine.
         Aslına bakarsanız bu Joseph Gordon Levitt'e inceden kurulmuyor da değilim hani. Oynadığı filmler hep mi iyi olur bir insanın ve her oynadığı filmde hep mi iyi bir rol oynar bir insan? Can sıkıcı bir durum. Bir oyuncu      olarakda kıskanılacak bir durum. (Inception, 500 Days Of Summer, 50/50 bunlardan bazıları.)
         Kısacası güzel film, güzel senaryo, iyi oyunculuklar ve başarılı yönetmen anlatımı ve karşınızda "50/50"

14 Ocak 2012 Cumartesi

Melancholia (2011) (6*)



Orjinal İsim           :  Melancholia
Yönetmen              :  Lars Von Trier
Yapım                     :  2011
Ülke                        :  Danimarka, İsveç, Fransa, Almanya
Süre                        :  136 dk
Vizyon Tarihi          :  13 Ocak 2012
Bütçe                      :  7.400.000$
Imdb Puanı             :  7,4 (31.000 oy)


          Bir film hakkında bir çok şey yazabilirim. Ama Melancholia hakkında pek bir şey yazamıyorum. Etrafımdaki arkadaşlarımın bir çoğu çok beğenmiş, -ki sinema gözüne inandığım kişiler bunlar- benimde damağımda bir tad var ama adı "Beğeni mi"?. Evet filmin estetik bir tarafı var ama bu filme güzeldir mutlaka görülmeli demek için yeterli mi? Bilmiyorum ve çok fazla bişey yazmadan yönetmenin Cannes Film Festivalindeki röportajını paylaşmak istiyorum. 
         Yazmıyayım yazmıyayım diyorum yinede dayanamıyorum. Bence tam yönetmenin yapmak istemediği gibi bir film olmuş. Karışmış sanki film. Ve bu karışıklık içinde yarım yarım kalmış sanki. Yine dediğim gibi filmin estetik anlayışı inanılmaz. Zaten o kadar süre başında tutan bu. Ama yetmemiş.Kötü mü tabiki değil ama şahane de bir iş değil hani. İzlenmeli mi herşeye rağmen izlenmeli.
         Röportajının bir kısmında tam da benim yukarda yazdıklarımı destekleyecek şeyler söylemiş Lars Von Trier;



"Bir rüyadan uyanır gibiydim: yapımcım bana bir poster için öneriler sundu. Bu nedir dedim, yaptığın film dedi. Umarım değildir dedim. Fragmanlar gösteriliyor. Filmden kareler. Bok gibi görünüyor. Sarsılıyorum.
Beni yanlış anlamayın. Bu film üzerinde tam iki yıl çalıştım. Büyük bir zevkle hem de. Ama belki de kendimi aldattım.  Kandırıldım gibi düşünün. Kimse yanlış bir şey yapmadı. Aksine, herkes büyük bir özveri ve yetenekle sonuca ulaştırdılar beni. Ama yapımcım beni soğuk gerçekle yüzleştirdiğinde, tüylerim ürperdi!
Benim istediğim neydi? Alman romantizminden etkilerle çekilmiş bir film. Fonda Wagner. Bu kadarını biliyorum. Ama acaba bu yenilgiyi ifade etmenin başka bir yolu mu? Sinemada ortak paydayı bulmanın en aşağılık yenilgisi mi? Romantizm, ana akım ürünlerinde her türlü silikliğiyle suiistimal edilmiştir. Sonra, itiraf etmeliyim, romantik sinemayla güzel bir sevgi ilişkisi yaşadım. En belirgin isim: Visconti!
İnsanı nefessiz bırakan Alman romantizmi. Ama Visconti'de, önemsiz olayları yüceltmek vardı, hatta bir başyapıta çevirmek! Kafam karışık ve suçlu hissediyorum. Ne yaptım ben? Trier çıkış kapısı mı bu? Umarım tüm bu krema, bir diş kırabilir. Gözlerimi kapıyor ve umut ediyorum..."

          Bu da röportajın tamamı. Meraklılarına...
          Lars Von Trier Röportajının Tamamı...